31 Ocak 2020 Cuma

Sosyal Bilimler ve Okumayı Öğrenmek

Türk eğitim sisteminin yapısı nedeniyle, sosyal bilimler ezber derslerinden ibaret zannediliyor. Yaygın yaklaşım kabaca şöyle: "Merak ediyorsan, sosyal bilimleri oturur kendi başına da okur öğrenirsin. Onca yıl ezber dersleriyle uğraşıp bir de üstüne para vermeye ne gerek var? İşe yarar, para getirir bir bölümü bitir, sonra sosyal bilimleri hobi olarak yine oku, genel kültürünü artır."

Belki biraz bu yaklaşımın, biraz da kalitesiz YÖK eğitiminin etkisiyle, Türkiye'de ortalık otodidakt içtimaiyatçılarla, siyasetbilimcilerle dolu... Hepsi kafasına göre bir şeyler yazıyor, konuşuyor, ve de hitabet ve ikna kabiliyetine göre taraftar buluyor.

Üniversite eğitiminde sadece tıp ve mühendislik gibi alanları değerli görmek, aslında gelişmemiş ülkelerde hakim olan kalkınmacı zihniyetin bir yansıması. Yani Türkiye'ye özgü bir durum değil. Çoğu üçüncü dünya ülkesi bu ayarda. Sosyal bilimlere, gelişmekte olan dünyanın ekseriyetle elit kesiminin çocukları ilgi gösteriyor. Bu ülkelerdeki ezici çoğunluk, beşeri çalışmaları ve sosyal bilimleri (ekonomi gibi bir iki branş haricinde) çok fazla ciddiye dahi almıyor.

Kim bilir kaç kez yaşadım: Türk öğrenci lisans ya da yüksek lisans için bölüm tavsiyesi ister. İlgi alanlarını sorarım. Anlatır. Derim ki, "Beşeri İlimler". (Ya da "Antropoloji". Ya da "Sosyoloji".) Der ki, "Mümkün değil! Ben bunu aileme izah edemem!"

Bu cevaptan da anlaşılabileceği gibi, bir diğer sorun, birey olamamak -- ki aslında doğrudan ilgili. Çok afedersiniz, hayvan oğlu hayvan 24 yaşına gelmiş ve hayatını doğrudan etkileyebilecek, ufkunu bambaşka noktalara taşıyabilecek bir karar alma aşamasında bulunuyor. Ama o hala, "Anam babam ne der?", "Eş dost ne düşünür?", "Falanca bölümü çevrem nasıl algılıyor?", "Bu bölümün mezunu olursam başkalarınca nasıl görülürüm? İtibarım nasıl olur?" gibi basit şeylerin derdinde...

"Mezuniyetten sonra para kazanmam gerekli" diyen bir öğrenciye bir şey diyemem. Sadece üzülürüm. Zira aralarında gayet parlak zekalı olsa da maddi imkansızlıklardan ötürü hayallerinin peşinden gidemeyenler az değil. Ama maddi sorunu olmayan Türk öğrenciler ve aileleri sosyal bilimleri tercih etmeye çekiniyorlar, çünkü ilgili branşları meslek değil hobi olarak görüyorlar.

Tabii bu demek değil ki, doğal bilimleri ciddiye alıyorlar... Türkiye ve diğer gelişmemiş ülkelerde bilgi ve bilime bakış büyük ölçüde araçsal. Bu ayardaki toplumlar, bilginin ve bilimin değerini sadece ne işe yarayacağı, ne fayda getireceği ile ölçüyorlar. Halbuki gerek sosyal gerekse doğal bilimler (aralarındaki farklara rağmen) temelde (1) bilmek, ve (2) bilmenin yöntemlerini öğrenmek ile ilgili. İşin bu kısmı ne yazık ki pek kimsenin ilgisini çekmiyor.

Misal, İslami kesimin kanaat önderleri sürekli toplum ve nesil dizayn ederler, ama içlerinde toplumbilimci olan nadirdir. İlahiyatçı olmayanları ekseriyetle edebiyatçıdır -- ki onlar da mektepli değil alaylı edebiyatçıdır. Üniversiteye gidenler ise, daha çok mühendislik gibi şeyler okur. Dolayısıyla, mevcut manzara şaşırtıcı değil: Non-sequitur çıkarsamalar, kimi zaman sesteş ifadelerle üretilen uyduruk aforizmalar, ve daha neler neler... ("İndirilen din, uydurulan din!", "İnandığın gibi yaşamazsan, yaşadığın gibi inanırsın!", ...)

Bir diğer örnek... Geçenlerde biri oturmuş, "Akademisyenler kimsenin okumadığı makaleleri neden yazarlar?" diye bir yazı çevirmiş, millet de çok beğenmiş paylaşıyor... Saçma sapan, hatalarla dolu bir yazı. Her şeyden önce, soru baştan yanlış... Çünkü akademik makaleler popüler değil, meslekidir. Herkese hitap etmez, etmesi de gerekmez.

Bir tıp ya da fizik makalesi için bu soruyu sormazlar. Ama sosyal bilimler olunca nedense soruyorlar... Zira şu ya da bu alanda nisbeten eğitimli bir Türk, kavram, yöntem, literatür bilmese dahi, bir sosyologun makalesinin kendisi için de yazıldığını, okursa anlayabileceğini düşünebiliyor.

Tabii şu nokta da ayrıca önemli: "Yayın yapan her Türk akademisyen, kavram, yöntem, literatür bilir" de diyemiyoruz. İnsanlar akademik yayın denince, belki takip ettikleri Türk akademisyenlerin yazdıkları makaleleri düşünüyorlar ve belki biraz da o yüzden bu kadar rahat ve ezbere konuşuyorlar.


Okumayı öğrenmek

Eskiden beri, okuma listesi talepleri gelir. Bunlar iyi niyetli olsa da, aslında çok anlamlı olmayan talepler. Zira böyle mesajlar gönderen bir kişi zannediyor ki, önemli kitapları öğrenecek, okuyacak, bilgisini artıracak! Halbuki, aynı otodidakt kültürünün yansımaları bunlar. Ve bu iş elbette bu şekilde olmaz. Çünkü kitap okumadan önce, okumayı öğrenmek gerekir. Bu da, yöntem, kavram, literatür demek. Yani kabaca 10 senelik emek.

Peki okumayı öğrenmenin ilk adımı nedir? İyi yazılmış, giriş seviyesi ders kitaplarıdır. Satır satır, altını çize çize okunmayı en çok hak eden kitaplar bunlardır. (Bunları tek başınıza da okuyabilirsiniz.) Beş misal için bkz.: https://www.serdarkaya.com/research-teaching.php

Başlangıç adına benim en büyük tavsiyem, linkteki listede yer alan Introduction to Global Studies olur. Global Studies'i, branş olarak da tavsiye ederim. (Kimi okullarda ve kitaplarda International Studies ismiyle geçer. Ama dikkat: International Relations değil!) Ufkunuzu en kısa sürede açacak, Türkiye'nin ötesindeki dünyayı önünüze yığacak ve içeriği itibariyle güncel olmak ve kalmak zorunda olan bir branştır.


"İlle de liste isterim" diyenler için...

Herkes 10 senelik emek verecek durumda olmayabilir. Herkes İngilizce bilmeyebilir. Bir de tabii, Allah göstermesin, gidip saçma sapan kitaplarla vaktini öldürebilir! O nedenle, belki yine de bir liste vermek gerekli.

Aşağıdaki kitaplar, nadir rastlanacak kalitede, dikkatli okuyanların ufkunu kimi temel konularda açabilecek içerikte çalışmalardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

HAKKINDA

Serdar Kaya'nın müsvedde defteri.

Bu blogda yayınlanan yazılar, belli aralıklarla derlenip derinsular.com adresinde dosyalanır.

Blog isminin ilham kaynağı için, bkz.:
Gangs of Wasseypur (2012)


Twitter (English Account) Twitter Facebook