23 Aralık 2019 Pazartesi

II. Abdülhamid

1. Metin Karabaşoğlu, Gazete Duvar'a bir röportaj vermiş. Geçen gün Twitter'da bu röportajdan üç kısa alıntı yaptım:
- "Abdülhamit döneminde yaşamış olup da onun dönemini hayırla yâd eden, yaptıklarını meşru gören İslamcı bir aydına ya da kanaat önderine rastlamıyoruz."

- "Kemalistlerin ... dine ya da dindarlara karşı hoyratça yaklaşımında, Abdülhamit’in dini, siyaset için araçsallaştırması, özellikle dini kullanarak en temel insani değer olan özgürlük ve adaleti devre dışı bırakmasının rolü var."

- "Necip Fazıl aklıyla ve vizyonuyla geleceğimiz yer burasıdır. Şaşırtıcı bir şey değil. Referansımız o ve benzeri İslamcı düşünürler olduğu sürece farklı bir yere gelinemezdi."
2. Bu alıntılara gelen bazı yorumlar şaşırtıcı olmadı. Zira İslami kesimin II. Abdülhamid'i yüceltme ve yaptıklarını mazur gösterme eğilimi malum... Bu eğilim son yıllarda hakim olan siyasi söylemlerin ve Payitaht gibi dizilerin de etkisiyle yeni bir ivme kazandı. Ancak, müslümanlar II. Abdülhamid hakkında her zaman böyle düşünmezlerdi. Yani Metin Karabaşoğlu'nun söyledikleri bazı genç arkadaşlara acı gelse de, aslında doğru. II. Abdülhamid döneminde yaşayan İslamcılar gerçekten de kendisini hayırla yad etmez, yaptıklarını meşru görmezlerdi. İslamcıların Abdülhamid'e yönelik tavırları, ancak gelen gideni arattıktan sonra değişti. Yani Abdülhamid'i övmeden ya da yermeden önce bu süreci bilmek gerekli.


SÜREÇ

3. Hamid gittikten sonra, İttihatçılar geldi. Korku iklimi değişmedi. Siyasi sistemin çözülmesi ve bununla bağlantılı toprak kaybı durmadı. Kayıplar sürdükçe, zulüm ve acımasızlık daha da inanılmaz boyutlara vardı. Hamid, Doğu Anadolu'da Kürt, Çerkez ve Türk çetelere ~200,000 Ermeniyi doğratmıştı. İttihatçılar ise, geriye kalan ~1,2 milyon Ermeniyi de öldürmeye kalktılar!

4. İttihatçılık, başlangıçta İslamcı unsurlar da içeriyordu -- ki dönemin İslamcılarının Hamid'e yönelik düşmanlıkları biraz da bu damardan beslenir. Ancak 1912 yılında müslüman Arnavutluk dahi Osmanlı'dan bağımsızlığını ilan edince, üç tarz-ı siyasetten ikisi (Osmanlıcılık ve İslamcılık) büyük kredi kaybetti. Türkçülük öne çıktı. İttihatçı liderler 1912 öncesinde de Türkçüydü, ama Balkanların ve özellikle de Arnavutluk'un kaybının ardından Türkçülüklerini daha büyük bir cesaretle dile getirebilir oldular. Önceden bunu yapamıyorlardı, zira o devirde milliyetçilik/Türkçülük "gavurluk" demekti -- ki aslında halen önemli ölçüde öyledir. Milliyetçiliğin hiçbir türünü İslam ile uzlaştırabilmek kolay değildir. Türk-İslam sentezi gibi şeyler, 1.6 milyarlık İslam dünyasının Türkiye dışındaki hiçbir yerinde ciddiye alınmaz. (Milliyetçilik de doğal olarak İslamcılığı dışlar. İslami kesim içindeki bazı önemli isimlerin, 1970'lerde milliyetçilerce katledilmiş olması, Türkiye tarihine dair unutulmaması gereken bir diğer önemli nokta.)

5. İslamcılığın gerilediği 1912 sonrası dönemde, İslamcılar dışlandı. İttihatçıların B kadrosunun iktidara geldiği Cumhuriyet döneminde ise, İslamcılar doğrudan ezildiler. İslamcıların Hamid'i sevmeye başlaması, İttihatçılar karşısındaki bu yenilgilerinden sonra oldu. İslamcıların, Rıza Tevfik'in "Sultan Abdülhamid Han'ın Ruhaniyetinden İstimdat" şiirini gözleri yaşararak okumaya başlamaları bu ağır yenilgi döneminden sonradır. (Şiir, Hamid'e dair büyük abartılar içerse de, İttihatçı ve Kemalist dönemlerdeki keyfi uygulamaların doğurduğu hissiyatı yansıtması itibariyle önemlidir.)

6. İslamcılar, Hamid'e yönelik tavırlarını değiştirdiklerinde, zihinlerinde yeni bir Hamid imgesi inşa ettiler. Her inşa gibi, bu inşa da
(a) kimi gerçekleri göz ardı etmenin,
(b) kimi diğer gerçekleri abartmanın, ve
(c) tamamen hayal ürünü öğelere başvurmanın bir ürünüydü.

Seküler bir insan olan Hamid, bu sürecin sonunda İslamcıların gözünde "Kızıl Sultan" olmaktan çıktı ve "Osmanlı'yı en zor döneminde bir arada tutmayı başaran büyük halife" oluverdi! Hatta, kendisinin evliyadan olduğu, hiç hacca gitmediği halde pek çok Türk hacının kendisini Kabe'de gördüğü yönündeki hikayeler dilden dile anlatılageldi.

7. Payitaht gibi dizilerle büyüyen günümüz gençlerinin karşılaştıkları Hamid imgesi ise, yukarıdaki inşanın güncel siyasi gerçeklikler doğrultusunda revizyon görmüş haline karşılık geliyor. Ama arada önemli bir fark da var: İlk imge, ezilmekte olan müslümanlarca inşa edilmişti. Yenisi ise, müslüman bir iktidarın ürünü ve müslüman bir liderin popülist argümanlarından (da) mülhem.


ÜÇ HAMİD

8. Günümüzde Hamid'e dair başlıca üç anlatı var:

a. Kızıl Sultan:
Meclisi fesheden, baskıcı ve zorba bir lider. Muhaliflerine karşı acımasız. Her türlü aykırı sese tahammülsüz. Stratejik nedenlerle, kadim bir azınlığı sayıca "budama" kararı alabilecek kadar gaddar.

b. Ulu Hakan:
Eski gücünü yitirmiş olan devletinin sınırlarını korumayı büyük ölçüde başarmış olan usta bir idareci. İslam dünyasının Batı emperyalizminin tehdidi altına girdiği bir dönemde dünya müslümanlarını hilafet sancağı altında toplama yolunda büyük çaba göstermiş bir İslam büyüğü.

c. Ulu Hakan II:
Ülkeyi bölmeye çalışan iç ve dış düşmanlara karşı mücadele veren, karanlık oyunların arkaplanlarını bilen ve anlayan, halkı için çalışan, dindar ve vatanperver bir devlet lideri. Her yönüyle bir Tek Adam, ama bu nedensiz değil, hatta o kritik dönem için gerekli.

9. İnsanların ezici çoğunluğu, gerek tarihi gerekse güncel kişileri ve olayları gayet basit hikayeler/anlatılar/imgeler ekseninde anlamlandırırlar. Farklı Ulu Hakan anlatıları da, bu türden gerçeklerden kopuk, basitleştirilmiş, popülist hikayelere karşılık geliyor. Bu konuda bkz.: "Hikayenin Gücü: Dünya, Türkiye ve Game of Thrones"

10. Tarihi bir figür hakkında herkesin aynı fikirde olmasını bekleyemeyiz. Ancak her muhalif görüşün aynı derecede geçerli olamayacağı da doğrudur. Zira verilerden hareketle değerlendirmeler yapan insanlar arasındaki kimi fikir ayrılıkları başka, hayal ürünü Ulu Hakan anlatılarından birine iman eden insanlar ile diğerleri arasındaki ihtilaflar başka... Birinci gruptakiler, ancak verilerin (ya da veri yoksunluğunun) müsaade ettiği ölçüde ihtilafa düşebilirler. İkinci gruptakilerin ihtilafları ise, farklı anlatılara iman etme isteğinden ileri gelir ve duygu temelli olduğu çözümsüz kalmaya mahkumdur.


DÖRT DÖNEM

11. Hamid'in suçlarını göz ardı eden ya da bir şekilde gerekçelendiren, onun becerilerini ve faziletlerini abartan, ve ona gerçek dışı (ve hatta gerçek ötesi) faziletler atfeden müslümanlar, bu şekilde her insanın göklere çıkarılabileceğini unutuyor gibiler. (İslamcılar bu son dönemde de iktidara ve konjonktürel gelişmelere haddinden fazla angaje olarak hem ciddi bir fikri savrulma yaşıyorlar, hem de Kemalistlere karşı bir dönem kazandıkları ahlaki üstünlüklerini yitiriyorlar -- ya da çoktan yitirdiler.)

12. Kemalistler, Mustafa Kemal'i tamamen aynı şekilde ululayageldiler: Tek Adam yönetimini, muhaliflerin ortadan kaldırılmasını, basının susturulmasını, keyfi idamları, şapka devrimi gibi tuhaf uygulamaları, ve Dersim gibi gaddarlığın inanılmaz boyutlara vardığı katliamları tamamen göz ardı ettiler. Bu şekilde sterilize ettikleri geçmişi, (İttihatçılıktan dahi soyutlanmış) gerçek dışı bir Kurtuluş Savaşı anlatısı etrafında yeniden inşa ettiler ve bütün bu anlatıyı bir süper kahraman etrafında kurguladılar.

13. Özetle, Metin Karabaşoğlu, II. Abdülhamid hakkındaki sözlerinde haklı. Daha da önemlisi, Karabaşoğlu'nun, Hamid, Kemal ve Erdoğan arasındaki paralellikleri vurguluyor olması. Çünkü, buradaki asıl konu bu üç liderin şahısları değil, Türkiye'de siyasetin hep bu türden liderler üretmesi. Zira Türkiye'de farklı kesimler arasında bir türlü uzlaşı sağlanamıyor. Bununla bağlantılı olarak, kurumlar bir türlü güçlenemiyor ve ülke belli aralıklarla otoriter tek adamların idaresine sürükleniyor.

14. Türkiye'de bu konuda (ve otoriterlik eksenli daha pek çok diğer konuda) farkında olunması gereken kabaca dört dönem var:
(a) II. Abdülhamid dönemi,
(b) Hamid sonrasında, ilk İttihatçı dönem,
(c) I. Dünya Savaşı sonrasında ikinci İttihatçı (Kemalist) dönem, ve
(d) Erdoğan dönemi.

Bu dönemler arasındaki paralellikleri küçümsemek zor. En az iki kez yaşanmış olan ve tekrarı pekala mümkün olan tehlikeli bir süreç de var:
(a) Otoriter bir liderin baskı rejimi.
(b) Baskıya karşı yükselen ve kurtarıcılık iddiasında olan muhalifler.
(c) Nihayet iktidara gelen muhaliflerin ideolojik nedenlerle, rövanşist duygularla ve/veya iktidarlarını korumak için yeni suçlar işlemeleri. (Yani, başlangıca dönüş.)


SONUÇ

15. Bir dönemde bir masala inanan insanların, sadece birkaç yıl içinde farklı bir masala inanmaya başlamaları nadir görülen bir şey değil. Türkiye de bu zaaftan münezzeh değil. Türkiye'de İslamcılar, Kemalistlerce ezilirken liberal masalı benimsediler, zira o dönemde laiklerin laikçe, müslümanların müslümanca yaşamalarını öngören liberal masala inanmak istiyorlardı. İslamcıların en azından bir kısmının bu çizgiye gelebilmesinde, AKP'nin payı büyüktü. Ancak AKP daha sonra liberal söylem ve politikalardan uzaklaşarak milliyetçilerle ittifak içine girdi. Özellikle 2013 sonrası dönemde, Türkiyeli pek çok İslamcı AKP ile birlikte milliyetçiliğe savruldu.

16. Özetle, Türkiye İslamcılarının ciddi bir yekünü, 20 yıl gibi kısa bir süre içinde birbiri ile ciddi çelişkiler içinde olan üç tarz-ı siyasetin üçünü de sırayla benimsemiş oldu! Başlangıçta Necip Fazıl çizgisinde olan İslamcılar idiler. Sonradan, liberal çoğulculuğa karşılık gelen Osmanlıcılığı benimsediler ve şeriat değil, ABD'deki gibi dine ve dindarlara saygılı laiklik istediklerini söylediler. Şimdilerde ise, Türkçü oldular ve hatta Osmanlı'yı ve padişahları dahi Türkçü bir çerçevede yeniden üretmeye başladılar.

Kıyamete kadar değişmeyecek ilkelere bağlı olma iddiasında olan insanların birbiri ardına bu gibi büyük savrulmalar yaşamaları ve bu savrulmaların çoğu zaman farkına bile varamamaları aslında ibretliktir.

1 yorum:

HAKKINDA

Serdar Kaya'nın müsvedde defteri.

Bu blogda yayınlanan yazılar, belli aralıklarla derlenip derinsular.com adresinde dosyalanır.

Blog isminin ilham kaynağı için, bkz.:
Gangs of Wasseypur (2012)


Twitter (English Account) Twitter Facebook